Osmanlı'da matbaa

Osmanlı’da Matbaa Hangi Dönemde Kuruldu?

Osmanlı’da matbaa ve detaylara geçmeden evvel kısaca tarihe bir göz atalım isterseniz.

Basım teknikleri ortaya çıkmadan evvel insanoğlu duygu ve düşüncelerini el yazmaları üzerinden yayardı.

MÖ 3000’lerde yazıyı bulan eski Mısırlılar, yazılı ifadelerini taş, kil tablet ve sonraki yıllarda da papirüs bitkisinin yapraklarına yazmaya başlar.

Papirüsün Mısır toprakları dışına çıkarılması yasaklanınca yazı yazmak için farklı yüzeyler arama yoluna giderler. MS II. yüzyılda Çinlilerin paçavralardan oluşan kağıt ve mürekkep kullanarak deneme yanılma vasıtasıyla ilk basım işlemini gerçekleştirdikleri bilinir.

Bu uygulamayı geliştirerek hareketli harflerle basım işine geçenler ise Çinliler değil Uygur Türkleridir.

Uygurlar ve Matbaa İlişkisi

Uygurların bu ifadelerimize ek olarak; basım işinde minyatür ve tezhip kullanmaları, bu ilk matbaacılık alandaki hünerlerinin ileri dereceye vardığını bizlere gösterir.

Uygur Türkleri baskı için ağaç harfler tercih eder ve ağaç harflerin dünya matbaacılık tarihinde kullanılan en eski harfler olduğu kayıtlara geçmiştir.

Uygurlar sonraki yüzyıllarda Doğu Avrupa ve Kuzey Afrika’ya göçleri esnasında söz konusu ilk matbaacılık aletlerini de yanlarında taşırlar. İlkel ağaç baskı blokları zaman ilerledikçe yerini demir ve döküm malzemesine hatta mermere bırakır.

Bu uzunca geçiş dönemlerinin ardından modern anlamda matbaanın tarihini vermemiz için 1450’li yılları beklememiz gerekecektir.

Johannes Gutenberg Kimdir?

Almanya’da asıl mesleği kuyumculuk olan ve matbaa ile ilgili çalışmalar sürdüren meşhur Johannes Gutenberg, o zamana dek kullanılmayan bir yöntem tercih eder ve yazı yani harf karakterlerinin dökülebileceği bir alaşımla dişi kalıplar (matris de denir) oluşturur.

En mühimi, kağıt imalinde son derece önemli olan makineleri bir araya getirerek, mürekkeple basılabilen ve sonraki yüzyıllarda kullanılan tipografi tekniğini icat eder.

Döneminin ilkel şartlarına göre ileri derecede modern olan bu makinenin keşfinden sonra bilgilerin çoğaltılması kolaylaşır ve hızlanır.

Osmanlı dönemine geldiğimizde ise bu yeni baskı makinesi önce azınlıklar tarafından tercih edilir. İspanyol zulmünden kaçarak Osmanlıkara sığınan Musevi azınlıklar 1492’te yanlarından ayırmadıkları bu makineleri getirdiler.

İstanbul dışında yoğun olarak bulundukları; Selanik, Edirne ve İzmir’de de matbaalar tesis ederek İbranice, Yunanca ve Latince eserler basarlar.

1494-1729 arasındaki istatistiklere kabaca baktığımızda İstanbul, Selanik ve Halep merkezli toplam 37 basım-evinin faaliyette bulunduğu saptanacaktır.

Şunu da unutmamak gerek, yabancıların matbaalarında Arapça ve Türkçe eser basımı kesin kurallarla yasaklanmıştı. Bunun dışında devlet tarafından ilk dönemlerde basım evlerine herhangi bir müdahale yahut denetim bulunmamaktaydı.

Osmanlı’da Matbaa ve İlk Gelişmeler

Osmanlı’nın asli unsurunu meydana getiren Türkler ise matbaaya 1700’lü yıllarda ulaşır.

İlk olarak herkesçe bilinen isim İbrahim Müteferrika’nın öne ayak oluşuyla matbaa kurulmaya başlanacak ve iki yıl sonra faaliyete geçecektir.

Bu tarihten şimdilere kadar geçen aşağı yukarı 285 yıllık süreç ülkemizin basın-yayın tarihinin gelişimini barındırır. Bu süreç içerisinde matbaacılığın yanı sıra; kitap, gazete ve dergi basımları öne çıkacak faaliyetler arasında yer alır.

Osmanlı Dünyasında matbaacılığın başlayışı ve gelişmesi hakkında çok sayıda araştırma bulunabilmesine karşın, bu kaotik dönem hakkında hâlâ karanlıkta olan bilgiler mevcuttur.

İlk dönemin matbaacılık faaliyetleri konusunda yapılan araştırmalarda genellikle iki sorunun yanıtını bulmaya çalışırız: İlki Türklerin matbaacılığa neden geç merak saldığı, ikincisi de İbrahim Müteferrika’nın aslen kim olduğudur.

Türkler arasında bu muazzam dünyaya geç girilmesine ilişkin değerlendirmeler, tarihsel gelişmelerden ziyade soyut ve sübjektif görüşlerle beslenir. Bu görüşler şöyle maddelenebilir:

Yeniliklere karşı olan dini sınıfının tepkisi ya da etkisi, matbaanın faaliyete geçişiyle işlerini kaybedeceklerinden endişelenen hattat ve müntensihlerin aşırı tepkisi, son olarak Osmanlı topraklarında okuma-yazma oranının düşüklüğü ve basılı yayımları satın alıp okuyacak kişilerin neredeyse bir elin parmaklarını geçmemesi.

Osmanlı’da Matbaa Neden Gelişemez?

Öncelikli olarak devlet adamları olmak üzere, alimler ve ulema çevresinde matbaanın ülkeye girmesine daha doğrusu erken gelmesine karşı olan bir propaganda bulunmaktaydı.

Bunun nedeni, bilginin ayak takımına yayılmasıyla itibarlarının ortadan kalkabileceği ve güç ve iktidarlarını toplumla paylaşacaklarına inanmalarıydı Buna karşı olarak; tam tersi düşüncelere sahip ulema sayısının da azımsanmayacak derecede olduğu bilinir.

Matbaanın kurulmaya başladığı ilk yıllarda Osmanlı başkenti İstanbul’daki hattat sayısının 90 bini bulduğu bilinir. Loncalar vasıtasıyla etkin haline gelmiş olan bu kurumun insanlar, maddi menfaatlerinin zedelenmesini istemiyorlardı. Ancak şunu da ilave edelim; hattatlar kitaplara değil, kitapların matbu basımına karşıydılar.

Kitap okuma alışkanlığı görülmeyen bu tip eski toplumda bilgiler sağdan soldan ve daha çok kulaktan dolma usüllerle, usta-çırak ilişkisi yöntemleriyle paylaşılmaktaydı.

Nasıl oluyor diye soracaksınız. Cami ve benzer dini toplanma alanlarında imamlar; köy odaları, kıraathanelerde ve kahvehanelerde ise bir kişi kitabı okur dinlerdi. Bu sebeple bizzat okuyup bilgi sahibi olma alışkanlığı gelişmemişti.

Hatta en son kalıntılarına 70’lerde rastlayacağımız “hikayeci-masalcı” adı verilen kişiler, binlerce sayfayı bulabilen Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Battal Gazi gibi çeşitli geleneksel hikayelerimizi ezberden naklederek geçim temin ederlerdi.

Günümüz tarihçileri Osmanlı ülkesinde matbaanın etkili olmamasını üç temel nedene bağlar. Bunlar; teknolojik yetersizlik, kağıt imalinin aşırı zorluğu ve belirttiğimiz okur-yazar kitlesinin yetersiz seviyenin de altında oluşudur.

1860’larda dahi Osmanlı İl Matbaalarında görevli kişilerin büyük bir kısmının ecnebi tebadan olduğu görülmektedir.

Matbaacılık teknik bilgi gerektirirdi ve bizim toplumumuzun o anki şartları dahilinde bu kıymetli teknik bilgiye sahip kişilerin adedi yok denecek seviyede azdı. Hatta bazı devlet adamları ve alimler, Müteferrika’dan çok daha evvel matbaa tesisi girişimini deneseler de adamsızlıktan adım atamazlar.

Makalemizde sık karşımıza çıkan bir diğer engelleyici husus da kafi miktarda kağıdın hızlıca üretilmemesiydi. Malazgirt Zaferi sonrasında Anadolu’ya hızlıca yayılan atalarımızın imalathaneler kurup bu alanda üretime geçtikleri tahmin edilmektedir.

Bu kısıtlı imalathaneler zaman geçtikçe Anadolu’nun belli başlı büyük kentlerinde de kuruldu. Hatta İkinci Haçlı Seferinde esir alınan Avrupalılar kağıt imalathanelerinde bir nevi köle gibi çalıştırıldı.

Bunlar esirlikten kurtularak yahut kaçarak ülkelerine döndüklerinde edindikleri bilgilerle kağıt imalathaneleri kurdular ve Avrupa kağıtçılık dünyasının gelişiminde mühim roller oynadılar.

Zaman geçtikçe kağıt imalathaneleri kapitülasyonlar ve yabancılara tanınan imtiyazlar gibi sebeplerle fazla ilerleyemedi ve kapısına kilit vurmak zorunda kaldı.

1798’de geliştirilen ilk kağıt makinesi Osmanlı topraklarına neredeyse yarım asır sonra ancak 48 yıl sonra güç bela girebildi. Modern kağıt fabrikalarımıza geçiş ise ancak Cumhuriyet’in ilanından sonra 1936’da gerçekleştirilebildi.

Okur-yazar kitlemizin yetersizliğinin ardında gizlenen belki de en önemli neden, Osmanlı Türkçesinde yazı dili ile konuşma dili arasındaki farklılıklardır.

Sosyal hayatta kullandıkları dil ile bürokratik yahut edebi lisan arasında anlaşılmaz derecede farklılıklar göze çarpmaktaydı. Bu güçlü sebeple gazete veya kitapların dili sınırlı sayıdaki okur-yazar kişinin idrak edebileceği seviyede kalır.

Bu durum da yüksek meblağlarda paralara ödeyerek kitap satın alabileceklerin adedini büyük ölçüde azaldı. Basacağı kitapları satamayan meşhur matbaacımız İbrahim Müteferrika’nın tüm servetini bu uğurda kaybedişi, Osmanlı’da matbaa hikayemizin ironik bir gerçeği olarak karşımızda belirir.

1979'da İstanbul’da doğdu. Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri mezunu olan yazar, Vatan gazetesinde başladığı kariyerinin ardından farklı görevler üstlendi, özel kurumlarda yöneticilik yaptı. Online gazetecilik eğitimini BBC'de tamamlayan, 2008'den itibaren dijital dünyanın içinde yer alan Görkem CAN; kişi ve kurumların faaliyetlerine destek oluyor, bilgi ve deneyimiyle yönlendirici rol oynuyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

*