Çocukların kulaktan kulağa oyununu duymuş ya da bir vakitler oynamışsınızdır mutlaka. Biri; şemsiye der yanındakinin kulağına eğilerek, o da artık neyi ne kadar duyduysa bir sonrakinin kulağına aktarır, sonuncu kişi de kelimeyi – muhtemelen yalan yanlış – söyler ve hep birlikte güler halkadakiler. Şemsiye olarak başlayan “tavuk” olarak bitebilir misal. Böylesine bir çocuk oyunudur işte.. Şimdi biz bunu kabaca niye anlattık izah edelim:
Senin benim gibi normal bir insanın; bırakın İnterneti, elektriğin bile olmadığı, akşam ezanından sonra herkesin evine çekildiği asırlarda saç sakal karışık iri kıyım bir kişiye dağda düze şakkadanak rastlaması şaşırtıcı etkiler yaratabiliyordu. İrice bir adam oluyor sana iri kıyım, bir sonraki zebellah olarak aktarıyor nihayetinde şahıs bir dudağı yerde bir dudağı gökteye kadar evrilebiliyordu. Tek isteği birazcık hava almak olan ve bunun için geceyi bekleyen – ilk müptezellerden – heybetli abimiz elbette ilerleyen dönemlerde bir masal kahramanı veya Koca Ayak olarak fişleneceğini kestiremezdi. Permatiğin jiletin ha deyince bulunamadığını da ekleyelim.
Böylesine bir hikayeyi çatır çutur yanan isli puslu ocak ateşinin başında konusunda mahir bir kişiden çocuk yaşınızda dinlediğinizi bir düşünün isterseniz. 70’lere kadar Masalcı Teyzeler köy kasaba gezerek ve bire bin katarak cüzi meblağlar karşısında bu tip senaryoları nakleder dururdu. Ev ev yayan ilkel YUTUP’çular bir bakıma.
Sündürmeyeyim. Sizler için korkunçlu canavarlı yaratıkları listelemek istedim. Anadolu mitolojisinde önemli yer tutan hayali kahramanları bir de benim gözümden dinleyin bakalım:

Al Bastı ve Al Karısı
Doğum yapmış hanımlara musallat olduğu düşünülür bir yaratık Al Karısı. Lohusaları 40 gün yalnız bırakmamak, yüzünü kırmızı örtüyle örtmek, başucuna Kuranı Kerim koymak gibi çarelere başvurulur. Yastığın altına soğan, ayna, tarak, ekmek, bıçak bırakmak – kırmızı – sevmeyen al karısına karşı alınabilecek diğer önlemlerden.
Alınan tüm tedbirlere rağmen lohusanın çok ağrısı varsa; sayıklıyor, bayılıyor ve morarıyorsa al bastığına karar verilerek bir hoca veya ocaklı çağrılır, tüfek atılıp, tencere tava çalınarak, gürültü yapılıp kötü ruhu kovmak için uğraşılırmış.
Sadece kadınlarda değil erkeklerde genç kızlarda hatta atlarda dahi görülebilirmiş. Bu albastıların daha ağır başlı olduğuna inanılan sarısı karası da varmış. Şamanizm inancı, bu hayali yaratığın lohusaların ve yeni doğmuş çocukların ciğerleriyle beslendiğine inanırdı. Loğusa kadının kırk gün mezarının açık olduğuna ve her an ölebileceği düşünülürdü.
Çoğu kez Çarşamba Karısı ile karıştırılan Albastı’nın (al basması al karası) tüfek sesinden, demirci ve ocaklı adamlardan korktuğuna inanılır. Şayet anne yerine çocuğu al basarsa bu çocuk “ayyaş” olacağı yani kendinden geçip bayılacağı için “ayyaş aşı” pişirilip sağa sola dağıtılır.
Ben şahsen; yeni doğum yapan ağrılı sancılı bir kadın olsam, gözümü ilk açtığımda gördüğüm şey kırmızı tüllü süslü bir oda olsa ve yastığımın altında soğan-ekmek-bıçak bulsam tanımlanamayan bir varlığın tacizine gerek duymadan kendi kendime delirirdim herhalde. Buraya bir (bkz) koymak gerekse “Lohusaların Havale Geçirmesi” olarak tıbbi bir alt başlık koyup ferahlamak isabetli olurdu. İnlemeler sayıklamalar ateş kaynaklı rahatsızlıklar. Nereden nereye…
Şimdilerde doğum yapanların başına kırmızı kurdele takılması buna bir örnektir. Ziyarete gelenlere kırmızı renkli şekerden yapılan lohusa şerbeti ikram edilir, albastı kovmak için kolbastı oynanır malumunuz. Bu kolbastı kısmını ciddiye almayın lütfen.

Çarşamba Karısı
Evin çocuğunu herkesin gözü önünde kaçırdığına inanılan Çarşamba Karısı, “saç-baş karışık, darmadağın özensiz pis kadınlar” için kullanılan genel bir tabir. Yine Anadolu mitolojisinde; haftanın belirli bir günü, yarım kalmış işlerin olduğu mekanlara gelerek işleri daha da karıştıran, kötülük yapan dişi varlık olarak resmedilir. Çarşamba karısının şerrinden korunmak için salı gününden çarşambaya yarım kalmış bir iş bırakılmaz. Kimi yörelerde çarşamba günü kadınının kızın tatil günü gibidir; çamaşır yıkanmaz ve ev temizlenmez.
Misal; örmekte olduğunuz bir atkı olduğunu düşünelim, salı gecesi henüz bitmemişse Çarşamba Karısının söküp bozacağına karıştıracağına inanılırdı. Bazı yörelerde ahırlardaki atların yelelerini ördüğü, mutfaktaki malzemeleri birbirine kattığı da söylenir.
Çağan Irmak’ın Kabuslar Evi serisinin en etkili karakterlerindendir.

Gulyabani
Gezginlere ve yolculara dadanıp onlara zarar verdiğine inanılan Gulyabani; insan emiklediği düşünülen, sarı-kırmızı tüylerle kaplı, iri uzun sakallı, pis kokulu-asalı bir dev adam olarak tasvir edilir. Farklı kaynaklarda “Aleybanı ya da Ahubaba” olarak resmedilir. Bu acayip arkadaşın ayakları terstir. Gündüzleri mezarına girer, geceleri ise hortlayarak fırlar. At binmenin ve at kuyruğu örmenin yanı sıra çocukları da sever. Dağ yamaçlarında, harabelerde, ıssız çöllerde ve mezarlıklarda dolaşır. Avcılara sokularak insan gibi onlarla konuşur. Önce bir şeyler ister sonrasında güreşmeyi önerir. (Burada cinsel çağrışımlı espriler yapmamanızı rica ediyorum.) Avcı kazanırsa “Gulyabani” kös kös çekip gider. Ama Gulyabani kazanırsa avcı, uzun süreler hasta yatacak hatta ölecek demektir.

Karakoncolos
Denizden yaklaştığına inanılan, kış cini olarak bilinen Karakoncolos; Bulgar, Türk, Yunan ve Laz mitlerinde “Kürklü, kara ve çirkin renkli” olarak betimlenir. Zemheride ayazda sokaklarda dolaşarak, karşısına dikilenlere “Nereden geliyorsun, Nereye gidiyorsun?” gibi bir takım sorular sorarak dayı dayı posta koyar. Vereceğiniz yanıtların içinde mutlaka “kara” kelimesi geçmelidir (Karabayırdan geliyorum, Karakartal sevdalısıyım maça gidiyorum gibi). Böyle yapılmadığı takdirde Karakoncolos elindeki koca bir tarağı beyninin tepesine çakarak hasmını yaralar. Korunmak için kış günlerinde evlerdeki taraklar ortada bırakılmaz hatta saklanır. Karadeniz’in bazı köylerinde; karakancala, koncoloz, koncala, kancala; Yozgat taraflarında congalaz ve Gaziantep yöresinde garagancoloz, gancoloz biçimlerinde söylenir.

Dunganga
Ağlayan, yaramazlık yapan ve uyumayan çoluk çocuğu korkutarak yatağa postalamak için halk arasında kullanılan hayali varlık, tavan arasında yaşayarak uyumayan bebeleri almaya gelirmiş. Her çocuğun hayalinde korkunç bir şekilde canlandırdığı karakter; özellikle 80’li yılların sinematografik yapısında öne çıkan bir figürdür. Geçmişi eskilere uzanmadığından olsa gerek pek ciddiye alınmaz.

Cadı ve Hortlak İnanışları
Bilinen en eski “Vampir” hikayelerinden birini Evliya Çelebi’nin bizlere aktardığı konusunda çoğu tarihçi hemfikir. Üstat, Seyahatname’nin Kafkasyaya dair kısımda Çerkeslerle ilişkili son derece ilginç bir hikayeyi nakleder.
Yöre ihtiyarlarının folklörüne dahil, Kafkasya’ya özgü bir tür yaratık olan OBUR, öldükten sonra mezarından kalkan, canlıların kanını emen – mezarları belli – bir yaratık olarak tasvir edilir. Bu “obur”ları göbeklerine kazık saplayarak ve yakarak ortadan kaldırmak gerekirmiş.
2019’un Hicri 1440 olduğunu biliyoruz. Nakledeceğimiz hadise ise Hicri 1076 şevvalinin 20. gecesi meydana geliyor. Yani ufak bir hesaplamayla bizim Miladi takvime göre 1655 senesinde!
Ortalık kadınların oturup nakış işleyebileceği kadar aydınlanır ve bu şaşırtıcı manzaraya kalabalıkla birlikte dışarı fırlayıp tanık olma telaşındaki Evliya Çelebi, iri ağaçlar, tekneler küpler, hasırlar; araba tekerleri, fırın söykeleri ve daha nice benzer garip nesnelere binmiş Abaza cadılarıyla, sığır ve at leşlerine, deve ölülerine binmeyi tercih etmiş, ellerinde yılanlar, deve ve at kelleleri olan Çerkez cadılarının harbe tutuştuğuna hayretler içerisinde tanık olur. Evliya Çelebi, ateşler saçan yüzlerce Çerkez ve Abaza oburunun gökyüzünde uçarak horozların ötüşüne dek sabaha dek birbirleriyle savaşmalarını bu şekilde özetler.
Sağır edici bir gürültü ortalığı kaplamış, havadan yere keçe, sırık, küp, tekne vs. eşya parçaları, araba tekerlekleri, en nihayet insan ve at uzuvları düşmüştür. Koordinat verelim; olaylar Hatukay Çerkez diyarının o vakitler 300 küsur haneli Pedsi köyünde yaşanır.
Şahsen mit ve efsaneler denizi içinde bana en ilginç gelen hadise bu olmuştur.

Hınkır Munkur
Halk hikayelerinde yer alan “insana benzer” kötü bir yaratıktır. Yakaladığı kurbanlarını boğarak öldüren sonra da yiyen bir canavar olarak tanımlanır. Karnının üzerinde bulunan bir torbanın içinde yavrusunu taşır. En korktuğu şey üzerine işenmesidir. Bu şekilde ortadan kaybolacağına inanılır.
Hadi bu da BONUS olsun. → Başımdan Geçen Doğaüstü Olaylar ←
Gulyabanî hariç bizim memlekete uğramamış bu yaratıklar… 🙂
Artık çocuklar bile gülüyor bunlara haklısın.
Gulyabaniyi duymayan yok. Hortlak da çocukluğumuzun travması 😀
Gulyabaniyi de duymazdık Türk filmleri olmasa! Hortlak da cin gibi peri gibi tümünün genel adı olduğundan olsa gerek.
Çoğunu ilk defa duyuyorum dunganga direk klasik japon korku filmlerini hatırlattı bana.
Çoğu aslında farklı kültürlerde farklı isimlere sahip yaratıklar. Muhtemelen Asya’daki karşılığı da farklıdır.
Gulyabani neydi öyle arkadaş harbiden ufakken çıktığında yani televizyonda gulyabani gözüktüğünde gözlerimi kapadığımı bilirim. Muhteşem bir şaheser çıkmıyor artık bir Kemal Sunal bir gulyabani malesef. Belki konuyla alakalı değil ama efsaneler arasında Van Gölü canavarıda eklenebilir belki.
Çok teşekkür ederim. Van Gölü Canavarı ile alakalı uzun bir yazımız mevcuttur. Okumanızı öneririm.
Sitenizi yeni fark ettim…İnsana davet sitesine de beklerim, blog ailesi olarak daha çok geniş kitlelere yayılmak bizim elimizde…Selam ve Dua ile…
Teşekkür ederim takipte kalalım. Mevla yar ve yardımcınız olsun.
Türk ve efsanevi yaratık deyince Gulyabani den başkasını tanımam. (: Eyy gidi Ayşen Guruda, Kemal Sunal. Allah rahmet eylesin muhteşem bir filmdi. Diğerlerini hiç bilmem, pek inanmamda.
Gulyabani komedi filminde kullanılan bir karakter olunca sempatik geliyor evet haklısın.
Akıcı ve güzel bir yazı olmuş elinize sağlık.
Resimler biraz korkuttu tabi ama okunmaya değer bir yazı olmuş. Teşekkürler.
Teorik olarak insan görmediği bir varlığı üretemez. Mutlaka görmüş olduğu bir varlığı, ateşliyken, psikolojik olarak zayıfken kafasında değişik şekillerde yorumluyor olabilir. Yani gerçeklikleri var demek bilimsel olmazken tamamen yok demek de abesle istigal olur.